Bir müşkilini ve bilmediği meseleleri sormak, tabibe kalbinin hastalığını sormak gibidir. Cahillerin kalpleri hastadır âlimler de bu hastalığın doktorlarıdır. Yarım âlim, yarım tabip gibidir, ilacı güzel yapamaz. Kâmil âlim ise her hastayı tedavi etmez. Ancak deva kabul edecek, iyileşecek hastayı tedavi eder. Eğer hastalık müzmin ise “Bu çaresiz bir hastalıktır” der, vakti ve malı boşa harcamaz.
Sual soranlar dört sınıftır:
1- Suâli ve îtirâzı haset ve düşmanlık sebebiyle olandır. Onun sualine en güzel ve açık surette cevap verildikçe kin ve hasedi artar. Bunda doğru yol ona cevap vermekle meşgul olmamaktır. Hasedden dolayı olan düşmanlık hariç bütün düşmanlıkların kaldırılması mümkündür.
2- Ahmaklık hastalığı ilaç kabul etmez. Nitekim İsa Aleyhisselâm: “Ölüleri diriltmekten aciz olmadım, amma ahmağı tedavi etmekten aciz kaldım” demiştir. Burada bahsettiğimiz ahmak şu kimsedir: Bir vakit ilim tahsiliyle meşgul olur, aklî ve şer‘î ilimlerden bir şeyler öğrenir. Sonra ahmaklığından büyük âlimlere itiraz eder. Buna cevap vermekle meşgul olmamalıdır.
3- Büyüklerin her kelâmını anlamayıp ancak güzelliğinden dolayı soran irşat talebindeki kimsedir. Bu istifade için sormaktadır. Lâkin anlayışı kıt olup sorduğu şeyi öğrenmeye ehil değildir. Verilecek cevabın hakikatini, inceliğini idrak edemez. Bu da hâline münasip bir cevapla gönderilir. Nitekim Hadis-i şerİfte: “Biz peygamberler topluluğu insanlara akılları miktarınca konuşmakla emrolunduk” buyurulmuştur.
4- İlaç kabul eden tek sınıf ise irşad olmayı talep eden akıllı, zeki, anlayışlı, hasedine ve gazabına mağlup olmamış, Hak yolunu arayan kimsedir. Hasedinden veya inadından dolayı yahut itiraz ve imtihan için sormaz. İşte böyle kimsenin sualine cevap vermek icab eder. (Hadimi, Eyyühel-Veled Şerhi)