Sultan Birinci Murat Han merhum, bir gün -o zamanlar vahşi hayvanların mekânı olan- Bursa etrafındaki Kaplıca Hamamı tarafına av için çıktı. Bir ceylan peşine düştü. Hayli kovaladıktan sonra bugünkü Kaplıca camiinin yerine gelince rüzgâr gibi koşan hayvan bir anda dönüp sultanın önünde durdu. Dile gelip:
“Ey gafil padişah! Alemlerin Rabbi, seni kendi halinde gezen mahlûklarına eza edesin diye mi yarattı?” deyip gözden kayboldu.
Sultan Gazi bu halde hayret ve tefekküre dalmış iken vezir ve emirleri yanına geldiler. Mübarek çehresinde endişe alâmetlerini görünce sebebini sordular. O bu keşf ve keramet sırrını onlara açmayıp sadece:
“Tez burada bir cami, medrese ve imaret bina edesiniz” dedi. Vezirler: “Burada bina yapmaya iki mani vardır:
Biri, burası şehirden uzak, sapa bir yerdir. Bir misafirin buraya gelmesi ihtimalden uzaktır. Ne imarette kimse konar ve ne medresesinde danişment (hoca) durur. Misafirsiz imaret ve cemaatsiz camiye masraf zayidir.
Diğeri de bu ki memleketimizde bunun gibi binalar yapabilecek mimarımız yoktur” dediler. Sultan Gazi:
“Evvelki maninin halli kolaydır. Bu binalar yapıldığında etrafına diğer binalar da yapılır, ne misafir eksik olur ve ne komşu. İnşallah az zaman içinde mamur kasaba hâline gelir. Hemen mimar tedarik edin” diye emretti. Ondan sonra da ava çıkmadı.
Vezirler şehirde mimar ararlarken Bizans İmparatoru gemileriyle, Yalova kıyılarında Müslümanları vurmaya bir miktar asker gönderir. Oraların muhafızı olan vali bir gece baskınıyla bunların çoğunu kırar, kalanı esir eder. Esirleri sultana gönderirler. Birinin çok mâhir mimar ve mühendis olduğu anlaşılır.
Sultanın kerametini anlayıp onu arz ettiler, padişah mimarı bedelsiz azad edip inşaatı uhdesine havale etti. Az vakitte sağlam ve mükemmelce binaları tamam ettiler. Her biri riyasız hayrat oldu. Rum diyarına gelen gidenler buraya uğramadan ayrılmaz oldu. Etrafı da evlerle dolup mamur bir kasaba haline gelerek padişahın firaseti tahakkuk etti. (Hadikatüs-Selatin, Celalzade Salih Çelebi)