Türkiye olarak komşularımızın toprak bütünlüğüne saygılıyız. Bunu hep söyledik ve söylemeye devam da edeceğiz.
Ülkemiz için “uzak tehditler yakın tehditlere” dönüşmeye ve “iç işgal” formatlarına bürünmeye başladı. Türkiye’de daha önceleri “siyasi algı operasyonları”yla, ellerindeki ekonomik ve medya güçleriyle “iktidar yapıcı, değiştirici”hamleler yapan, “iç işgal senaristleri” oligark’lar çok ileri gittiler. Bu noktada, 13 senedir “kurucu güç”pozisyonlarını kaybetmenin verdiği hırs ve çıldırmışlıkla, yeniden inisiyatif elde etmek için teröre destek verir hale geldiler. 7 Haziran seçimi öncesi Selahattin Demirtaş hamlesi sadece “Erdoğan karşıtlığı ve nefreti” boyutlu değildi. Bu hamleleri, kaybettikleri iradeyi “koalisyon aritmatiği”sonucuyla elde edebilmek için “cinnet” hallerinin son kertesiydi.
Son günlerde yaşadığımız, can sıkıcı, üzücü ve alçakça olaylara rağmen, bu “baron”ların yazılı ve görsel basınında, PKK cinayetlerini nerdeyse “makulleştirme” şeklindeki söylemler ve yazılar bu ihanet hamlesinin parçalarından birisidir.
Artık bunlar hadlerini aşmış “zivanadan çıkmış” haldeler.
Son beş yıldır “çözüm süreci” yürütmeye çalışan devletin toleransını bir zaaf olarak görüp, devlet aygıtının şiddete müsamahasızlık boyutunu göz ardı ettiler. Ki; her ne kadar devlet için“biz halkımızın huzuru ve sükunu için yapılması gereken her şeyi yaptık ama nafile…”söylemi dillendirilse de; aslında bu kadar tolerizasyon “kadim devlet” geleneği olan Türkiye gibi bir ülke için maalesef bir “zaaf” olarak algılandı.
Bu coğrafyada Devlet olabilmek çok zordur ve bazen “şefkat” boyutunun yanında “gazap”yanının da izharını gerektirir. Çünkü biz ne İskandinav ülkesiyiz, ne Avusturalya’yız, ne de Karayiplerde bir ada devletiyiz. Biz, ateş çemberinde, Avrasya merkezinde, Mezapotomya’da, bir tarafı dünya ekonomisinin kalbi, petrolün merkezi Ortadoğu, bir tarafı Rusya, bir tarafı Farisi devlet geleneğinin merkezi İran olan bir coğrafyada hayatını idam ettiren bir devletiz.
“Yurtta sulh, Cihanda sulh” düsturunu prensip edinirken, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varoluş mücadelesi, Kurtuluş Savaşını vermiş olduğunu asla unutmamalıyız.
Bu bağlamda “yakınlaşan uzak tehditleri” artık sınır ötesinde imha etme dönemimiz geldi ve geçiyor bile…
Hainler artık sadece dışarıda değil içerdedir de…
Hani söz vardır “hain içerde ise kapı kilit tutmaz” diye…
Türkiye içerde “iktidar kurup, iktidar indiren” ve “muktedirliklerini” kaybetmekten dolayı iyice “gemi azıya” alarak yeniden eski “belirleyiciliklerine” kavuşmak isteyen bu oligark’ların, baronların, kan emici alçakların ülkeyi karıştırmak için her yola tevessül edeceklerini asla göz ardı etmemelidir. Bunların etnik, mezhebi ve dini çatışmaları bile körükleyerek, ülkeyi kaos ve kargaşaya sürüklemekten imtina etmeyecek derecede tehlikeli yola girdiğini görmek zorundayız.
Bu yüzden de; içerdeki bu “ihanet şebekesi”nin kullanmaktan çekinmediği PKK-PYD-YPG-Paralel Yapı-DEAŞ gibi terör örgütleriyle bulundukları topraklarda, sınır ötesi hareketlerle mücadele etmeli ve onların ülkeye sızmalarına ve ülkede“kaos, kargaşa ve terör”oluşturmalarına asla izin verilmemelidir.
Devlet’in varlığına kastetmek isteyen bu zihniyet sahiplerine asla şefkat gösterilmemeli ve ihanetin bedeli acımasızca ödetilmelidir. Birilerinin eline saz verip “şirinleştiren”lerin de, o sazla “şirinleştiğini” sananların da, gerekirse o sazın sapıyla ibret-i alem için, “tedip”edilmesi elzem olmuştur.
Ben/sen/O.. bu devletin geleneklerine ve oluşturduğu “kamu düzenine” nasıl uyuyor ve tüm içtenliğimizle sahip çıkıyorsak; bu devletin ekmeğini yiyip suyunu içen her ferdin de riayet etmesi mutlaktır. Saz çalarak, tandırda ekmek pişirerek, taksimde etek giyip dolaşarak kimse devleti “madara” edemez ve edemeyeceğini en şiddetli şekilde görecektir de…
Arkadaş biline ki; “devlet zaaf göstermez ve göstermemelidir”.
Bu bağlamda;
• PKK Kuzey Irak’ta bedeli ne olursa olsun imha edilmeli ve HDP’nin salyalarını akıtarak konuşmalarına imkan veren bir silahlı güç olması sona erdirilmelidir.
Evet barışsa barış… Ama adam gibi barış…
Yok öyle dünya, silahları bırakmayacaksın ve barış isteyeceksin..
Sen kimsin yahu, sen kimsin.. Amacın ne..?
Haddine mi senin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sabrını test etmek..?
İşte bak ve gör.. Tepende uçan Jetler, başına yağan bombalar Türkiye Cumhuriyeti’nin taaa kendisidir..
• Son günlerde başlayan bu “temizlik harekatı” içerde de aynen ve daha şiddetle devam etmeli ve bu alçak, katil hainlerin ve “siyasi uzantılarının” sesleri tamamen kesilene kadar sürdürülmelidir.
• Özgürlük, kişi hak ve özgürlükleri, demokrasi vb. gibi “süslü, janjanlı ve afili” kelime ve kavramları biz de çok iyi biliyoruz. Birilerinin çıkıp böyle “akademik ve kitabi” kavramlarla terörü”makulleştirici” söylem ve sokaklardaki eylemlerine asla müsaade edilmemeli ve devlet ciddiyeti içinde en sert şekilde karşılık verilerek ıslah edilmelidir.
• Hiç kimse Türkiye cumhuriyeti devletinden büyük ve önemli değildir. Bunu bilmeyenler de bilmeli ve özellikle de hadlerini çok iyi bilmelidirler. Bilmeyene de, “devlet refleksi” devreye girerek gereği şeklinde bildirmelidir.
• Kuzey Suriye’de PYD- YPG, savaş öncesi pozisyonlarında kalmalıdırlar. Bunun için DEAŞ’tan boşalan yerlere ÖSO’nun yerleşmesi yetmez. Bu koridorda herkes yerinde kalmalı ve o bölgede demografik yapının değişmesine asla izin verilmemelidir. Ülkemize gelen mültecilere kucak açmak sadece insani bir görev ve çözümdür.
Asıl çözüm ise sınır ötesindeki her türlü tehdit niteliği barındıran unsurlarla Kuzey Suriye’de gereken mücadele yapılmalı ve hadleri bildirilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti olmak bunu gerektirir ve bunun gereğini mutlaka yapmalıdır. Aksi takdirde her çözüm eksik kalacaktır.
Evet “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ama kimse kusura bakmasın, dışarıdan ve içerden ülkemizin birliğine beraberliğine, yapılacak saldırılar bertaraf edilip, yakın ve uzak tehditler ortadan kaldırıldıktan sonra olmalıdır, bu “barış güvercini”tavrımız..